Ä°ÅŸ gezileri nedeni ile kendi deyimiyle tribüncülükte devamsızlıktan kalan Ahmet bey, web sitemizde taraftarımızın ve destekçilerimizin maç yazılarına yer verdiÄŸimizi görünce kaleme sarılmış. Bizler de Ahmet Bey’in yazısını yayınlamaktan ve bizlere vermiÅŸ olduÄŸu destekten ötürü mutluluk duyuyoruz.
Ahmet Öztürk
Maçtan bir gün önce gittim Antalya’ya. Hani neredeyse bütün lig takımları kışın bahar havası alırız diye Antalya ve civarı otellere yerleÅŸmiÅŸti ama gazetelerden okuduklarımıza ve @kirmizikara’dan duyduÄŸumuza göre havalar pek de iyi gitmemiÅŸti. Hele GençlerbirliÄŸi’nin son bir antrenman görüntüsü yansıdı ki gazetelere tam ÅŸenlik; futbolcular niÅŸan, düğün hadi en hareketlisi balo için hazırlanmış, desenli halılarla, aynalarla, asma tavanlarla tefriÅŸ edilmiÅŸ bir otel salonunda çalışmıştı.
Antalya’da uzun yıllar görmediÄŸim üniversiteden bir arkadaşımın evinde kaldım. AkÅŸam o kadar ısrar ettim ki ÅŸu Vedat Milör’ün memleketin en iyi lokantası seçtiÄŸi Yedi Mehmetler’de yiyelim diye, ama dinlemedi beni. Arkadaşım Antalya’nın artık yerlisi sayılabilecek bir ailenin çocuÄŸuydu. Oteldi, pansiyondu, derici dükkanıydı bir çok iÅŸ kolunda çalışmış, bu hizmetlerden birinde karşılaÅŸtığı Ukraynalı bir turistle evlenip, kısa sürede çok yol almış ve üç çocuk babası olmuÅŸtu. Yenge hanımın mutfaktaki maharetleriyle övünüyor ve Yedi Mehmetler’in kebapları yerine belli ki besleyiciliÄŸine çok inandığı o Rusların meÅŸhur çorbası “Borç”dan yememi istiyordu. Haliyle kıramadım. Lakin bence bu çorba bir mutfak ÅŸaheseri olamaz, anladığım kadarıyla yenge hanım o gün buzdolabında bulduÄŸu sebze ve etleri suya atıp haÅŸlamıştı. Havuç, patates, pancar benim seçebildiklerim. Bir de yemeye baÅŸlamadan önce önüme koydukları kremadan çorbaya karıştırmamı istediler. Çorba diye tarhanadan baÅŸka bir ÅŸey bilmeyen benim için ilginç bir tecrübe oldu velhasıl.
AÄŸa giydiÄŸini maraba yediÄŸini anlatırmış derdi babam. Benim ki de o hesap. Bana dediler ki, kardeÅŸim madem kış demedin yaz demedin Antalya’ya GençlerbirliÄŸi’ni seyretmeye gittin, bize de ne gördün, ne seyrettin anlatırsın. Ama herkes Antalya maçında neler olduÄŸunu biliyor artık sanırım. Maç öncesi notları uzatıp, çorba tarifine dalmam o yüzden. Neyse ertesi sabah yenge hanımın hazırladığı kahvaltıyı bile bile yarım bıraktık. Çünkü ortak arkadaÅŸlarımızdan birisi tutturdu size balık yedireceÄŸim diye. “KardeÅŸim” dedim “ben Ankara’dan geliyorum, varsın deniz olmasın, balığın en tazesi bizim ÅŸehrimizde yenir.” Nedense bu iddiaya kıyıda yaÅŸayanların hep ortak tavrı gülmek oluyor. Neyse kahvaltı masasından kalktık balık yemeye gittik. Ben Ankara’dan gelirken gömlekti, kazaktı, gocuktu, abartmışım. Ankara için tabi. Dışarı çıktık ki yaz gelmiÅŸ. Bir de balık restoranında bu iki Antalyalı sanki hiç deniz görmemiÅŸ gibi cam balkona oturalım dediler mi, dediler. Balık yiyeceÄŸiz derken sera etkisinde bir ter attım ki, onlar Akdeniz’in balıkları üzerine konuÅŸurken, Ankara’ya dönsem, güneÅŸten ayazına versem diye daldığım hayalleri birazcık gerçekleÅŸtirmek için gittim kıpkırmızı yüzümü dakikalarca yıkadım. Öyle bir sıcak. Ee taraftarlık gereÄŸi, kırmızı karalı futbolcularımız için de endiÅŸelendim. Hatta hiç “yaz” günü, Antalya’da, öğlen saatine maç konur mu? diye gıyabında federasyona verdim veriÅŸtim. ArkadaÅŸlar da maÅŸallah, Antalyalı giriÅŸimciler, iktisattan falan anlıyorlar ya, yayıncı kuruluÅŸ var, dediler, ne zaman yayınlamak isterse, o zaman oynamak zorundayız, dediler. Ooo dedim Medical Park’lı kardeÅŸlerim, bir de ÅŸu Ruslardan kendinize bir sponsor buldunuz mu, iÅŸiniz tıkırında. Rusla evli olan arkadaşımın biraz yüzü düştü, o an bir gaf yaptığımı sandım, meÄŸer berikinin aklı benim sponsor göndermemde deÄŸil şöyle bir göz attığı hesap pusulasındaymış. Ödedik, çıktık. Bunlar yedik mi o kadar, deÄŸer miydi, tartışıyorlar. Çevirdim ikisini denize doÄŸru, balığa deÄŸil buna para verdiniz alıklar, dedim. Köfte yerken meraya mı bakıyorsunuz, diye de ekledim.
Esprimin kalitesini tartışa tartışa stadyuma doÄŸru yola çıktık. Bana yeni stadyumun yapılacağı yeri, kulüp tesislerini gösterdiler. Sonra bir araba kuyruÄŸunda durduk. Kampüsün içinde ya stadyum. Sanki baÅŸka bir ülkeye giriyoruz, öyle bir kontrol var. Neyse geçtik kontrolden. Ben tabi, rahat durur muyum, kaç lira veriyorsunuz bu stadyuma dedim, birinin uzak akrabalarından biri Antalyaspor yöneticisiymiÅŸ, onun dediÄŸine göre üniversiteye neredeyse hiçbir ÅŸey vermiyor, sadece masraflarını karşılıyorlarmış vs. Ne güzel dedim “ekmek elden su gölden” geçiniyosunuz, Rusla evli olan demesin mi “Biz Anadolu kulüplerinin yaÅŸaması buna baÄŸlı kardeÅŸim “ diye, “ Dur orada medikal” dedim buna “Biz 1988’den beri ayaktayız ya, ne ele ne göle muhtacız” diye attım sloganı. Kahkaham biterken düdük çaldı. Derken gol oldu.
Evet abartmıyorum. Sahada kim var, kim nerede oynuyor. Mehmet Sedef de mi kadroya girmiÅŸ. Antalya’nın yarısı zaten Gençlerli gibi hazırladığım replikleri arka arkaya sıralıyordum ki, ismini o an için daha telaffuz edemediÄŸimiz yeni oyuncumuz topu HurÅŸut’a verdi, o ÅŸut çekti, defanstan sekti, diÄŸeri diziyle kontrol etti, kaleciyi geçti, aha top auta mı gidiyor, derken, yeni çocuk sakince bıraktı içeriye. Antalyalı arkadaÅŸlarım sevincimi ÅŸans golü diye azaltmaya çalışırken, bir orta, kafa, direk derken oldu mu sana iki. Ben rahatladım. Oyun da rahatladı. Şöyle bir çevreme bakayım dedim, nasıl bir stadyum burası, Antalyalılar nasıl insanlar diye. Stadyumla ilgili tek gözlemim, her santimetrekaresini birilerine vermiÅŸler. Bir stadyumda bu kadar mı reklam çümbüşü olur. Haliyle hepsi güme gidiyor, çünkü insan tabela kalabalığına bir süre sonra alışıp, hiç birini görmüyor. Ama taraftar takım iki yemiÅŸ, umurlarında deÄŸil, ÅŸarkılar söylüyor, eÄŸleniyor, sahadaki 11’e inanıyor.
Bu arada ben gollerin sahibi Björn’ün transfer hikayesini anlatıyorum diÄŸerlerine, ama berikiler adamın attığı golleri beÄŸenmemiÅŸler. Derken serbest vuruÅŸ kazandılar. Duruer de doksana bırakınca, diÄŸerleri benim üzerimden kucaklaÅŸtılar falan, gol dediÄŸin böyle olur Ankaralı, kırmızıydın ÅŸimdi karalar baÄŸladın diye takıldılar bana, akıllarınca. Hayır, birazdan Jimmy’nin sıfıra inip yaptığı sert orta da Musa’nın ayağına çarpınca, hakları var, ÅŸanslıyız bugün dedim. Onlar hala gollerin estetik deÄŸeri üzerinden puanlamalar yapıyorlar ama tabelada 3-1 yazıyordu. Ben güneÅŸe karşı yaslandım arkama, aklım skorda olmadığından artık adrese giden paslara, kazanılan toplara tezahürat ediyorum. Derken, Cem Can, çocukluÄŸumuzda Rıza Çalımbay’ın her maçta on defa yaptığı, nedendir bilmem, futbolu bilenlerin muz dediÄŸi ortalardan birini yaptı. Björn (farkındasınız elli tane sessiz harften oluÅŸan soyadını kullanmıyorum, yazması bir dert, sonra dön dön kontrol et, doÄŸru mu, yanlış mı, diye), top minare boyu yükseldi, Björn kafa vurur mu, diye ayaÄŸa kalktım, Björn havada asılı kaldı, göğsüyle biraz da yükselttiÄŸi topun yukardan yere süzülmesini o orada ben burada beraber izledik, sonra yere düşmeden voleyi çaktı mı, çaktı, döndüm benim Medikallere, bu da mı ÅŸans dedim, bu da mı ÅŸans! Oldu mu yarım saat için de 4-1. Haliyle maç uzadı benim için, ama ne sahadaki ne tribündeki Antalyalılar için öyle deÄŸildi ki, ne oynamaktan ne de tezahürattan vazgeçtiler. Semeresi de geldi, tam önümüzden ortaladı biri, bizimkiler ıskaladı, siyah forvetleri (Ä°saac olmayan) tavana astı topu. Benimkiler yine ortalarında olmama raÄŸmen benim üzerimden bayramlaÅŸtılar, derken ilk yarı bitti.
Ä°lk yarıda herkes bizim sarı forveti konuÅŸuyor. Nereden almışlar, kaça almışlar, adam kim, Ankara’dan arkadaÅŸlar aradı, Björn sadece Antalya’yı deÄŸil sosyal medyayı sallamış, haber verdiler, ben de sanki futbolcuyu kulağından tutup Ankara’ya ben getirmiÅŸim gibi bir poz takınıp, biz buluruz oÄŸlum, dedim. Zamanında Kona’yı, Mosheu’yu, Geremi’yi bulduÄŸumuz gibi. Kıskanç gözlerle baktılar bana. Ama takımlarından emin, ikinci yarı baÅŸlamadan kuruldular koltuklarına. Antalya da sahada bastırmaya baÅŸladı. SaÄŸdan, soldan geliyorlar. Ben olmasın, kötü bir ÅŸey olmasın diyorum içimden, hani maç baÅŸlamadan deplasman takımı beraberliÄŸe razıdır ama, 4-1’den, 4-4 olursa diye, dakikada bir tabelada gözüm. Kornerden bir gol oldu, güneÅŸ aldı gözümü göremedim, Isaac attı, dediler. Çok sevinmesinler diye, o da Gençlerli dedim.
Artık kozlar oynanıyor. Hocalar deÄŸiÅŸiklikler yapıyor. Isaac sakatlandı, çıktı. Bizde orta saha tazelendi. Özgür- DoÄŸa, Azo-Rado yer deÄŸiÅŸtirdiler. Antalya bastırıyor ama sol çarprazdan çıkarttıkları iyi bir ÅŸut dışında net pozisyonları da yok. Björn için yoruldu demeye baÅŸladı benimkiler, ne ben ne Björn oralı deÄŸiliz ama. KoÅŸuyor, stoperleri bozuyor, rakip için tam sinir bozucu bir adam. Sonra bir kornerde, ceza sahasında da birkaç kiÅŸiyiz, Rado arka direÄŸe uzun bir korner attı. Björn koÅŸarak geldi, zıpladı, Ergün Teber’in üzerinde vurdu topa kafayı. Dakika 83’tü galiba. Björn topa giderken kalkmıştım ayaÄŸa, golü görünce oturdum yerime, iki yanımda oturan Antalyalıların dizlerine vurdum ÅŸefkatle, bitti dedim maç, artık size tabiyim beyler, ne zaman kalkalım derseniz uyarım. Sinirle baktılar birbirlerine.
Maçtan sonra arabaya yürüyoruz, Ankara’dan telefon geldi. OÄŸlan soruyor, baba kaç kaç diye. 6-2 aldık oÄŸlum dedim. Antalyalılar düzeltmeye kalkıştılar. Valla dedim oÄŸlana, gollerin 6’sını Gençlerliler attı, 4 Björn, Duruer, bir de Isaac. Arabaya binince de teselli ettim bizimkileri. Beyler dedim, kendi aramızda oynadık sayın bugün, asıl lig haftaya baÅŸlıyor. Gülmediler.
Kaynak : www.genclerbirligi.org.tr
Önceki Haber
Sonraki Haber
18 Nisan | |
2016: Trabzonspor 3-1 | |
2015: Karabükspor (D) 1-2 | |
1982: Konyaspor (D) 0-2 | |
1964: Fenerbahçe 0-0 | |
1959: Adalet (D) 3-2 | |
* Skorlarda Gençlerbirliği evsahibi olarak gösterilmiştir. | |
Arama Yap |