Maça veya pikniğe gitmek için sabah çok erkenden kalktığım günlerde içimde duyduğum heyecan ve mutluluğun yerini hiçbir şey tutamadı.
Bu yazı, yetmişli yılların sonu, seksenli yılların başlarında okulca 302 otobüslere doluşarak gittiğimiz Söğütözü, ailemle gittiğim Dikmen kırları ve karayolları Eskişehir yolu 33. km deki karayolları parkı, yine okulla gidilen Zırhlı Birlikler, yaşımız ilerleyince babalarımızın arabasıyla "abi ODTÜ?den bir arkadaşın kartını aldık, girişte uzaktan göstereceğiz, bekçi eğilip bakmıyor ki, yoksa bakar mı?" diye heyecan ile gittiğimiz ve bazen bekçinin eğilip baktığı ve de almadığı Eymir Gölü, yarım saatlik yolda dinlemek için yanımıza 10 kaset aldığımız Kızılcahamam Soğuksu ve vapurda karşı sıramızda oturan adamdan daha önce gidip nasıl masa kapacağımızın stratejik planlarını yaptığımız Büyükada Dil Burnu?ndaki anıların remixidir!
Her piknik, benzin istasyonunda top şişirtme operasyonuyla başlar. Genelde benzincideki pompa işe yaramaz ve günün ilerleyen saatlerinde meşin topsuzluğa bahane olarak "abi top var ama inik, götürdük benzinciye ama pompanın ucu uymadı" denir. Bir beden büyük t-shirt, şeritli Adidas şort altı, beyaz havlu çorap ve en altta Raf markalı ayakkabıdan (ki bazen bu ayakkabıların delinen ucu "tutum haftasını" idrak etmenin de tesiriyle yara bandıyla kapatılır/takviye edilir) oluşan kıyafetle bakkala gidilir, file içinde 2 adet naylon top alınır. İlk topla, yemekleri hazırladıktan sonra hanımlar aralarında yakan (veya kimi yörede yakar) top oynarlar. Erkeklerse, yakan topun olimpik sporlardan olmaması nedeniyle katılmadıkları gibi, ciddiye alıp "hocam Ayten hanım bitmiş ya. Şu hale bak tek can alamadı, beli de kalınlaşmış dönemiyor," gibi yorumlar yapmazlar. Yine de göz ucu ile maçı seyreden Ayten ablamızın eşi "az baksana" diye kadıncağızı yanına çağırıp "fazla zıplayıp hoplama, kıçın başın açılmasın" diye tembih eder. O nedenle yakan top maçında fuleli adımlar ile koşmayan hanımları hoş görmek gerekir.
Okul piknikleri de dâhil her nevi pikniğin en cezbedici yönü aslında çayır çimende özgürce futbol oynamaktır. Takım kurma çalışmaları sırasında, olduğu yerde ısınma amaçlı zıplayarak "kim kimiz" diye sormak "benim için fark etmez, her takımda oynarım" demektir. Aileler yarışıyor, Fenerbahçe-Galatasaray ("tamam ağabeycim, sen teksin ne yapalım? Galatasaray takımında oynayıver işte"), dönemine göre CHP-AP gibi kriterler ile takımlar kurulur...
Mahalle maçlarının aksine plonjon yapma sevdası yüzünden kaleye geçmek isteyen kişi sayısı kabarıktır. Ne var ki mahalle maçlarında beton zeminde bile kalede duran emektar ağabeyler çayır çimendeki kaleyi yeniyetme kalecilere bırakmazlar. Onların yerine kaleye "plonjon atacağım, Simoviç gibi uçacağım" diye geçenlerse göğüs hizasındaki toplara ayakla müdahale etmeye çalışırlar ama piknikte bel üstü vuruşlarda goldür! Topu kaleden sıkça çıkarırlarken "Emrullah abi, Hayrettin sakatsa bu hafta sen geç kaleye" diye takılanlara "siz Yaşar?a bakın oğlum" diye cevap verirler.
Maça başlamadan "gençliğimde şurada şu kadar sene amatör oynadım. Okul ağır basınca bıraktım," diye bol keseden atıp eğitim sistemine çamur atanlar maç başlarken "...ben zaten stoper oynadım. Belim de ağrıyor, ben defansta kalırım" diye durumu kurtarma çabasına girerler.
Maçların ilk bölümü karşılıklı ataklarla ciddi geçer. Bol paslı, bol çalımlı Brezilya tarzında, gördüğü yerden kaleye şut çeken Alman tarzında, ilerdekilerin defansa da yardım ettiği, herkesin her yerde oynadığı Ajax-Lyon tarzındaki oyunda süre ilerledikçe işler değişir. O yıllarda henüz Ömer Üründül?ün bile kullanmadığı bloklar arası uyumsuzluk baş gösterir... Göbekli ağabeyler, üniversite sonrası gurbete gidip, geri dönmek istese de gelemeyen gençler misali ileride kalırlar. Defansta kalanlar yenilen gole isyan edip, "abi insaf be! Üçe bir! Ne yapayım bir başıma" diye sağına soluna Bülent Korkmazvari el hareketleri gösterip ağlaşırlar...
Takımlarda çocuklar da varsa, bir abi mutlaka tek ayağı ile naylon topa basar ve "ya Ahmet dayı yaa" diye peşindeki çocuklara sırıtarak "alsanıza topu oğlum" diyerek döner de döner... Modern toplumun Yusuf Şimşekleri olan bu ağabeyler futbolcu değildir topçudur, golden çok her türlü hareketin kralını yapmak isterler. Yaparlar da, şampiyonluk göremezler ama asla körelmezler. Bugün de idolleri "aynı benim gençliğim" dedikleri Sergen?dir. Bu şık ağabeyler deri ceket giyerler, lacivert espadrillerin arkasına basarlar, saçlarını kısa kestirmezler, bonkörlükleri ile sevilirler...
Topu, sahasının çimli köşelerine "oyunu kanatlara yayıyoruz" diyerek götürmek ve otlara takılan topu hızlı hızlı sürmek, çimler üzerine abartılı bir şekilde kendisine faul yapılmış gibi düşmek, kaleyi karşıdan gören toprak zeminden değil de çaprazdan gören çimli bölgeden şut çekmek ve "abi top laylon ya, uçuyor" diye farklı şekilde auta giden topu suçlamak piknikte âdettendir.
Bazı piknik alanlarında derme çatma futbol kaleleri bile vardır. Ancak bir kale diğerine göre daima ya büyüktür, ya eğridir. Bazen de sadece bir kale vardır! . Olsun, mahallede bu imkan olmadığından direkten topun dönmesi gol kadar keyif verir. Kalelerin adaletsizliği dışında bir de bir yarı sahada bir piknik masası, ağaç, çeşme bulunabilir veya sahanın eğimi nedeniyle bir takım hep olimpiyat stadında rüzgara karşı oynuyormuş gibi olabilir, ama dert edilmez. Devre arasında "tamam abi biz o kaleye rahat gol atarız" diye moral motivasyonlar yükseltilir. Verilen arada çeşmede yüz yıkanır, araba buzdolabından (ki içecekler soğuk tuttukları sadece bir rivayettir) soda, kola içilir... "Biraz dikkatli olsak, adamlarda bir numara yok" diye cümleler kurulur.
İkinci yarı öncesinde çamurdan ağırlaşan topu çeşmede, dere kenarında ova ova yıkamak, maç Büyükada Dil Burnu?ndaysa kayalardan parmak uçlarında deniz kenarına inip topu temizledikten sonra, "yooo valla soğuk değil insan girince alışıyor" diye Nisan ayında denize girip, gece ateşi çıktığında "yok denize girmekten değil ya, bence güneş çarptı" diye kıvırmak da sıkça görülen manzaralardır. Islanan top, oyuna dönünce doğası gereği tekrar toprak ile özdeşleşir ve yüzünüzde patlayan ilk şutta yanağınızı, burnunuzu kesen mikron ölçeğindeki taşlara sövülür "yok abi acımadı" yalanı söylenir.
Bilhassa okul pikniklerinde kızları da maça almak gibi sahalarımızda görmek istediğimiz tarzda hareketler yapılır ve işin tadı tuzu kaçar. Maç bir jübile maçı, bir Avusturya-Almanya maçı havasına bürünür... Yine de bu maçları ciddiye alıp "Neslihan ikidir Ebru ile çizgi halinde kalıp arkana adam kaçıyorsun, Bergin yerini kaybetme, Didem biraz dikkatli be kızım ikiye bir vardı" diyen yiğit futbolseverler vardır. Ancak, bu tip zorlamalar kızları futboldan soğutur diye sürekli onlara pas veren, "Neslihan, nasıl dediğim kadar varmış, çok zevkli değil mi? Yorulduysan bırak istersen... İlk defa oynadığına inanmak zor, ne güzel ara pası verdin öyle" diye muhabbetler yaparak kızlara yazan arkadaşlar da sıkça görülür. Bu yazılmalar hayal kırıklığı ile sonuçlanır, zira hiçbir kız "iyi futbol oynuyorsun" sözünden etkilenmez!
Takımlar ikinci yarıya çıkarken, yaşça paf statüsünde olan yeğen ve çocuklardan da oyuna girenler olur. Piknik maçlarında takımlar dilediği zaman dilediği kadar oyuncu değiştirebileceği için oyundan çıkan Hikmet Amca icabında bir duble rakısını içip tekrar oyuna "bomba gibi" dönebilir.
Biten maçın ardından "hadi len, onu gol diye saydık, saymasak. . " diye tartışmalı pozisyonlar anında masaya yatırılır. Okul pikniklerindeyse çok takım olduğunda "turnuva" yapılır, "yenenler yenenlerle, yenilenler yenilenlerle" oynasın denir... Her defasında yenilenlerin arasındaki maç "abi şampiyon belli ne gerek var" diye oynanmaz. Boksta olduğu gibi üçüncü ve dördüncü takım bronz madalya almış kabul edilir. Gün uzun olduğundan "apertura" turnuvasından sonra "clasura" turnuvasına geçilir...
Maç sonrası, "abi bundan da buyur, yengen eliyle yaptı" diye ikramlar ile sofraya oturulur. . Bu arada Türk insanının yaratıcılığı piknik sofrasında da gözükür. Mesela tüple çalışan piknik tipi döner makinesi ile döner kesilir veya "mangal olayına" girilir. Arabanın bagajına dökülen mangal kömürüne küfür edilir, çalı çırpı toplanarak ateş yakılır, ritmik hareketlerle ateş yellenir, tavuk çabuk pişer en son atılır, ateş geçmeden patlıcan közlenir, ateşin son deminde hanımlara kahve pişirtilir...
Hamak keyfini takiben arabanın dört kapısı ve radyosu açılır (burada araba Renault 12?dir ) . "Burası Ankara, İstanbul, İzmir, Çukurova... Şimdi Türkiye birinci ligi maçlarının naklen yayınına geçiyoruz" anonsu ile herkes pür dikkat kesilir...
Maçlar başlar ancak dinleyeceğiniz maça TRT bir türlü bağlanmaz. Murat Ünlü?den sadece dakika ve skor istenir. Murat Ünlü abimiz zor yakaladığı bağlantıyı kolay teslim etmez: " 2. yarının on ikinci, müsabakanın elli yedinci dakikası. Altay, Reha?nın ilk yarıda ceza sahasının 3-4 metre dışından yerden ve sert bir şutla attığı gol ile Boluspor önünde 1-0 galip... Bu akını da dinleyelim öyle merkeze dönelim" der, o ve iki üç akını daha anlatır. Dönülen merkezden mikrofonlar Bursa?ya bağlanır, Necati Karakaya "Bursaspor?da sağ kulvardan ileri deplase olan Sedat III?ün yaptığı ortayı, Bahtiyar bir dömivoleyle..." diye pozisyonu anlatırken herkesin aklına "keşke az önceki bizim yaptığımız maçta bir dömivole deneseydim" sözü gelir.
"Acaba İstanbul ile bağlantı mı yok" diye düşünürken "mikrofonlarımız İstanbul?da" denir. Bağlantı sonrasındaki sessizlik, saniyenin 100?de birinde "biz gol atsak sessizlik olmazdı, zaten bizim defans Allahlık, herhalde bir aksilik oldu" düşüncelerini akıllara getirir. Spiker şüpheleri teyit eder: "Hiç beklenmedik bir anda Yaşar?ın da hatasından yararlanan..." Eyvah! Piknik alanında matem havası keskinleşir, hanımlar karpuz ikram eder, kimse almaz. Çay bardağında bir kadeh rakı daha alınır. Uzun bir aradan sonra mikrofonlar tekrar İstanbul?a bağlanır gök gürültüsü şeklindeki uğultu ile herkes ayağa kalkar... "maçın başından beri durgun olan Repçiç nefis ortaladı..." golü kimin attığı piknikteki "goool" seslerinden anlaşılmaz. Küçük su dökmeye giden Hikmet Abi de koşarak döner ve ona "1-1 oldu koş, Trabzon berabere, Galatasaray galip" diye özet geçilir... Maçların son dakikaları oynanırken Murat Ünlü ilk yarıdaki Reha?nın golünü ve bağlantı anındaki atağı anlatırken "merkezdeki arkadaşlarım İstanbul?dan gol haberi veriyorlar" der... Spiker ağabeyimiz "futbol garip oyun maçın başından beri markajdan kurtulamayan Selçuk..." diye söze girer, arif olan golü kimin attığını anlar... Tek ayağı dışarıda tek ayağı şoför mahallinde maçı dinleyen ağabeyler kornaya basar, hanımlar çocuklar uyandı diye kızar.
Maç bitiminde o keyifle "bir maç daha çevirsek mi" diyen beylere örtüleri katlayıp toparlayan hanımlar "daha çocuk evde ödev yapacak" diye karşı çıkarlar. Gazeteden kestiği fikstürü cüzdanından ilk çıkaran sözü kapar "haftaya Bursa?ya, sonra Zonguldak geliyor, sonra Ankara?ya geliyorlar" Ankara?daki maça gitmeye karar verilir. 19 Mayıs stadında içeride 25.000 dışarıda 25.000 kişinin olduğu senelerdir.
Eve dönerken sizi ikinci yarıda oyuna alan ve iki kere de pas veren çok sevdiğiniz bir ağabey, sizi birisine anlatır "Maşallah Alpaslan gibi, çok top kesti defansta " der...
"Ben Alpaslan gibi ha! Mutluluk bu olsa gerek!"
Kaynak : Piknikte Dömivole, İletişim Yayınları
Önceki Haber
19 Nisan | |
2022: Bursaspor (D) 0-0 | |
2014: Gaziantepspor (D) 1-0 | |
2008: Trabzonspor (D) 0-0 | |
2003: Elazığspor 2-0 | |
1992: Konyaspor (D) 0-1 | |
1987: Zonguldakspor (D) 2-4 | |
1981: Edirnespor (D) 1-0 | |
1970: Mersin İdm. Yrd. (D) 0-1 | |
1969: Bursaspor 1-0 | |
1964: Beyoğlu 0-0 | |
1959: Karagümrük (D) 1-2 | |
* Skorlarda Gençlerbirliği evsahibi olarak gösterilmiştir. | |
Arama Yap |