İtalya '90 Dünya Kupası'nı izlemeyi aylar öncesinden kafama koymuştum. Mutlaka bir yolu olmalıydı. Çocukluğumdan beri bir Dünya Kupası ilk kez bu kadar yakındı ve ben ne yapıp edip mutlaka orada olmalıydım. Üniversite birinci sınıfı bitirmiş ve aynı benim gibi futbol hastası olan kuzenimle İtalya'ya gitmeyi kafaya koymuştum. Daha 18,5 yaşındaydım... '86 Meksika'da televizyondan izlediğim Maradona'yı yakından görmek, futbolun en büyük organizasyonu olan Dünya Kupası'nın havasını teneffüs edebilmek için İstanbul'dan yola çıktık. Hem de otobüsle...
İki kafadar önce Venedik, Lido di Jesolo ve Rimini'de şöyle güzel bir tatil yaptık 15 gün boyunca... Grup maçları başlamıştı ve televizyondan seyrettik. Kısıtlı olan paramızı ileriki turlar için harcamaya karar vermiştik.
Grup maçları bitti ve ikinci tur maçları belli oldu... Torino'da Brezilya-Arjantin ve Milano'da Almanya-Hollanda maçları oynanacaktı... Ben Brezilya-Arjantin maçını izlemeyi tercih ediyordum ancak kuzenim Faruk, Almanya-Hollanda'da ısrar ediyordu. Aslında Almanya-Hollanda maçı daha sıkı bir maçtı. Çünkü Gullit, Van Basten, Rijkaard ve Koeman'lı Hollanda; Brehme, Mattheus, Klinsmann, Haessler'li Almanya ile karşılaşıyordu.Maç, Milano'da ve San Siro'daydı tabii ki... O muhteşem stadı görmeyi ben de çok istiyordum ama Milan'da 3 Hollandalı, Inter'de de 3 Alman oynadığı için binlerce Alman ve Hollandalının ilgisinin yanında minik bir Inter-Milan derbisi olacağı belliydi. O yüzden o maça bilet bulmak çok daha zordu. Diğer tarafta iki Latin Amerika ülkesinin Torino'daki 72 bin kişilik stadda oynayacağı maç, bizim için giriş açısından daha cazipti. Hem de laf aramızda ben sıkı bir Torino taraftarı idim (kuzenim ise Lazio'yu tutuyordu) ve o yüzden Torino kentini görmeyi çok istiyordum. Bir trenle soluğu Torino'da aldık. Sokaklar Brezilyalı ve Arjantinli taraftarlarla doluydu. Tam bir festival havası vardı Torino'da. Maç günü fazla zorlanmadan karaborsa biletle kale arkasına girdik. Brezilya maç boyunca oyunu domine etmesine rağmen Maradona'nın orta alanda üç kişiyi geçerek Caniggia'nın önüne bıraktığı top tek golü getirdi ve Arjantin, Brezilya'yı 1-0 yenerek çeyrek finale kalan taraf oldu... Hayallerimiz gerçek olmuştu. Bir Dünya Kupası maçını, hem de Brezilya-Arjantin maçını seyretmiş, bundan da önemlisi Maradona'yı ilk kez çıplak gözle izlemiştik! Milano'daki olaylı maçta ise Almanya, Hollanda'yı 2-1 yendi ve çeyrek final vizesi aldı... Böylece 2 yıl öncesinin Avrupa şampiyonu, favori Hollanda, aynı Brezilya gibi kupaya erken veda etti.
Çeyrek final eşleşmeleri de belli oldu... Açıkçası hiçbir maç o kadar cazip değildi... Ev sahibi İtalya, maçlarını Roma'da oynuyordu ve İrlanda ile eşleşmişti. Ayrıca Roma çok uzaktı... Arjantin-Yugoslavya, Kamerun-İngiltere ve Çekoslavakya-Almanya maçları da para harcamaya değmezdi. Çare yoktu... Yarı finalleri bekleyecektik...
Maradonalı Arjantin, penaltılarla da olsa Yugoslavya'yı elerken; İtalya, İrlanda'yı 1-0'la geçti. Bu iki takım yarı finalist olmuşlardı ve yarı final maçı Napoli'de oynanacaktı. Diğer yarı final ise yine Torino'daydı ve İngiltere-Almanya rakip olmuşlardı. Kupanın en heyecanlı maçlarından biriydi İngiltere-Almanya maçı... Gascoigne'li, Waddle'lı, Lineker'lı, Platt'lı İngiltere daha iyi oynamasına ve bir topu direkten dönmesine rağmen kazanamadı, maç 1-1 bitti. Penaltılarla ilk finalist belli oldu: Almanya.
Biz ise İtalya-Arjantin maçı için çoktan Napoli'deydik... Napoli'deki maç uzun yıllar akıllardan çıkmayacak bir boyut kazanmıştı. Halk ikiye bölünmüştü. Fanatik Napoli taraftarları ve İtalyanlar...
Şimdi diyeceksiniz ki Napoli taraftarları İtalyan değil mi?
Napoli belki nüfus olarak İtalya'nın üçüncü büyük şehriydi, ancak Güneyli ve fakirdi... Zengin ve kibirli Kuzeyliler, yıllarca Napolilileri adam yerine koymamış ve her fırsatta aşağılamışlardı... Güneye yakın olmasına rağmen başkent Romalılarda öyle... Hatta Napolililer Kuzeylilere göre İtalyan bile değildi! Çoğu onları, hırsız, köylü, balıkçı diye aşağılıyordu...
O yıllarda dünya futbolunun 1 numarası Maradona, Napoli'de oynuyordu ve mavi-beyazlı takımın tarihinde kazandığı iki şampiyonlukta da başrol oynamıştı ('87 ve '89 yılları).
Hatta müthiş bücür Napoli'ye UEFA Kupası bile kazandırmıştı. Yıllarca ezilen Napoli halkı için inanılmaz bir mucizeydi bu... 65 yıl boyunca bir sıra takımı olan Napoli, Maradona ile zengin Kuzeylilerin takımlarına; Juventus'a, Milan'a, Inter'e, Torino'ya, Sampdoria'ya meydan okuyor onları yeniyordu! Hatta kendilerinin en büyük düşmanı aşırı sağcıların takımı Verona'yı ve nefret ettikleri, başkentin ekipleri Roma ile Lazio'yu da sürekli deviriyordu... Tüm İtalya'daki Napoliler Maradona'yı taparcasına seviyordu... Zaten İtalyan göçmeni bir ailenin çocuğu olan, Buenos Aires'in kenar mahallesi Fiorita'da büyümüş Maradona da onlardan biriydi.
Maradona, İtalya-Arjantin maçı öncesi medyaya işte bu olay yaratacak beyanatı verdi:
"Napoli halkı! San Paulo Stadı'nı doldurun ve 364 gün sizi unutan, sadece bugün için hatırlayan İtalyanları değil gelin size büyük mutlulukları yaşatan, sizden biri olan Maradona'yı destekleyin..."
İşte Maradona, verdiği bu beyanatla İtalya'yı karıştırdı. Tüm ülke ayağa kalktı. Çizme Maradona'yı küstahlıkla suçlarken Napoli kenti bile ikiye bölündü. Bu tartışmalar sürerken Diego'nun takımı Arjantin, İtalya'yı penaltılarla eledi ve finale kaldı. Maradona bir kez daha başarmıştı. Maç öncesi yarattığı gerginlik Arjantin milli takımına yaramıştı. Ancak Maradona, zaten Napoli haricinde nefret edildiği İtalya'da bu açıklamasıyla kendi ipini iyice çekmiş oluyordu... (Müteakip yıllarda Maradona'ya, başta medya ve diğer güçler adeta savaş açtı, Arjantinli yıldız için İtalya macerası noktalandı.)
Tekrar kupaya dönüyorum... Biz de mutluyduk. Çünkü Arjantin'i desteklemiş ve bir kez daha çıplak gözle Maradona'yı izlemiştik. Bu arada finalin adı da belli olmuştu: Almanya-Arjantin...
Finalden önce ise üçüncülük maçı vardı ve Bari'de oynanacaktı. Bari güneyde bir sahil kenti idi ve Napoli'ye çok yakındı. İngiltere'yi ve turnuvanın yıldızı Gascoigne'i hiç izleme fırsatı bulamamıştık. Soluğu Bari'de aldık. Bu maç için bir başka planımız daha vardı. Maçtan önceki gece 1 metre eninde 13 metre boyunda bir bez şerit satın alıp üzerine sprey boya ile Türkiye'de tuttuğumuz takımın adını yazdık. Böylece hem Türkiye'de maçı televizyondan izleyenlere hava atacaktık hem de tuttuğumuz takımın adını dünyaya duyuracaktık! Maç günü o yıllarda namını çok sık duyduğumuz İngiliz holiganları ise Bari sokaklarında ilk kez gördük... Açıkçası hem ben hem de kuzenim o yıllarda, deyim yerinde ise hızlı birer gençtik ve İngiliz holiganlar bize vız gelirdi. Hem de Türktük! İngilizler de kim oluyordu? Bu fikrimiz ne yazık ki İngilizleri gördüğümüz ilk an değişti ve İngiliz taraftarların neden tüm dünyaya dehşet saçtığını anlamak yaklaşık bir saniye sürdü. Ortalama boyları 1.90 olan, polis dahil hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmayan, gözü kara, toplumsal şiddet olaylarında ve kavgada adeta profesyonel olmuş, aşırı fanatik, sarhoş, organize ve aşırı milliyetçi binlerce İngiliz holiganla baş etmenin imkânsız olduğunu anlamak için onları uzaktan bile görmek açıkçası yeterliydi! (Zaten yakından görme şansı olanlar da herhalde o yazı hastanede geçirmek zorunda kaldılar.) Her neyse, maçı İtalya Baggio ve Schillacci'nin golleriyle 2-1 kazandı ve dünya üçüncüsü oldu...
Bize ise final için Roma yolu gözüktü...
Final günü maçın başlamasına yaklaşık 5 saat kala Roma Olimpiyat Stadı'nın yolunu tuttuk. Erken giderek karaborsa bilet bulacak ve stada ilk girenlerden olacaktık. Ancak işler ters gidiyordu. Stadın yakınlarında kuzenimin boynundaki Lazio eşarbını gören Romalı Fed Ayn grubundan Ultra'lar (İtalyan holiganlar) ile bir kavga yaşadık. Biz iki Türktük ancak kentin klasikleşmiş Lazio-Roma kavgasına alet olmak zorunda kaldık. Polislere bile Türk olduğumuz zor anlattık.
Maçın başlamasına iki saat kala stadın önünde dolaşırken İtalyan televizyonu RAI'nin bayan muhabiri bana da mikrofon uzattı ve maç tahmini mi sordu. Ben de "2-1 Arjantin kazanacak..." diye cevap verdim. Bu röportaj o gece İtalyan televizyonu RAI'de yayınlandı ve böylece hayatımda ilk kez televizyona da çıkmış oldum!
Ancak karaborsacılardan umduğumuzu bulamıyorduk. Kale arkası biletleri bile 300-350 bin liretten başlıyordu ve cebimizdeki para birimizi bile finale sokmuyordu. Artık maç saati de gelmişti. Otele dönüp maçı televizyondan izlemek de imkânsızdı.
Ve işte ilginç bir son: Buradan İtalya'ya giden iki Türk genci olarak, Dünya Kupası finalini Roma Olimpiyat Stadı'nın 100 metre yanında, İtalyan polislerle birlikte, karakolda televizyondan izledik. Romalı taraftarlarla olan kapışmamızdan sonra derdimizi zor anlattığımız polislerle birlikte kahve içerek final heyecanını yaşadık! Brehme'nin maçın sonlarına doğru penaltıdan attığı gol, Almanya'ya kupayı getirirken bizim de unutulmayacak Dünya Kupası maceramızın sonu anlamına geliyordu...
Güntekin Onay
Kaynak : Dünya Kupası, İletişim Yayınları
Önceki Haber
Sonraki Haber
26 Nisan | |
2015: Trabzonspor 1-1 | |
2009: Gaziantepspor 1-0 | |
2008: İstanbul B. B. 2-1 | |
1998: Kocaelispor (D) 1-1 | |
1992: Fenerbahçe 3-2 | |
1981: Karagümrük 3-0 | |
* Skorlarda Gençlerbirliği evsahibi olarak gösterilmiştir. | |
Arama Yap |